"Kafanız aslanın ağzında dururken, ‘Gel, barış yapalım’ deniyor"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, aylardır devam eden ‘İmralı süreci’ için TBMM’de kurulan komisyonu değerlendiriyor.

""
Ekonomi Politik: 04 Ağustos 2025
 

Ekonomi Politik: 04 Ağustos 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Bugün Ekonomi Politik’te ele alacağımız konular neler?

A.B.: Önce TBMM’de kurulan komisyon meselesine değinelim. Malum, aylardır devam eden, ‘İmralı süreci’ diye adlandırılan, ‘terörsüz Türkiye süreci’ diye de adlandırılan, isminde de henüz mutabık olunmayan bir süreç yaşıyoruz. Sürece ilişkin kurulan komisyonu değerlendirelim.

Ankara’da uzun yıllardır, parlamento ve ekonomi alanında görev yapan gazeteciler olarak zaman zaman buluşuruz, toplanırız; hem gazeteciliğin gidişatı, hem de siyasal duruma ilişkin analizler yaparız. Tecrübe ve bilginin had safhada olduğu, adeta tecrübe eteklerinden akıp giden bu insanların büyük bir çoğunluğu artık ana akım medyada değil, periferisinde bile değil, kendi şartlarına göre değerlendirmeler yapıp paylaşıyorlar.

Ankara’ya milletvekili olarak gelen tanıdıklara, arkadaşlara önce bir Anayasa ve Meclis iç tüzüğü hediye ederim. Eğer ekonomi kökenli ise ek olarak Bankalar Kanunu, bir de Merkez Bankası kanunu veririm çünkü yasama faaliyetinin çoğu bu belgeler çerçevesinde gerçekleşecektir. Hukuk devletinde yasama örgütünün iç işleyişini düzenleyen, ‘iç tüzük’ denilen bir yönerge vardır. TBMM’nin bir iç tüzüğü vardır. İç tüzük bir anlamda Meclis’in anayasasıdır.

TBMM’de kurulan komisyonun iç tüzüğe aykırı olarak oluşturulduğu, komisyon kuruluşuna ilişkin gerekli hukuki durumun gerçekleşmediği tartışılıyor, iç tüzük hükmünün gerçekleşmediği ileri sürülüyor çünkü TBMM nezdinde bir komisyonun kurulması için komisyonun genel kurulda oylanması gerekiyor.

Meclis tatile girdi, genel kurul kapandı ama komisyon kuruldu. Neyin inisiyatifi ile kuruldu bu komisyon? Meclis başkanı yetkisiyle özdeşleşmiş bir komisyon kuruldu. Böyle bir tasarrufla kurulan bir komisyonun alacağı kararlar da iç tüzüğe aykırı olacağı savlanıyor, iç tüzüğün gerektirdiği şartlar dahilinde bir komisyon kurulmadığı ileri sürülüyor. İç tüzüğe aykırı olması mevcut Anayasa’ya da aykırı olması anlamına geliyor.

Meclis başkanı inisiyatifi ile komisyon kuruldu, ‘şu anda nitelikli çoğunluk’ ile aranacak deniyor ama komisyonu kuran irade isterse komisyonu lağvedebilir, böyle bir hakkı söz konusudur ya da Meclis başkanına etki eden siyasi irade isterse Meclis başkanına komisyonu kaldırtabilir.

Bu yüzden komisyonun bir bağlayıcılığı yok, sadece bir uzlaşma, istişare platformu olabilir çünkü sonrası Meclisin genel kurulunun yetkisi dahilindedir. Komisyonun böylesi bir hukuki handikabı bulunuyor ancak Türkiye, bir yasa devleti ve anayasal devlet olmaktan önemli ölçüde çıkığı, yaz-boz tahtasına da döndüğü için Anayasa defalarca çiğnendiği için, Anayasa Mahkemesi kararları, AİHM kararları defalarca uygulanmadığı için böyle komisyonlar kurulur, komisyonlar bozulur, tekrar kurulur. Yasamanın gücü zaten önemli ölçüde azaltılmış durumda, sonuç itibariyle yasama emirlerle çalışıyor, yasamanın gücü azaldıkça da parlamento muhabirliği de zayıfladı.

1990’larda G7 diye yedi gazeteci örgütünden müteşekkil bir gazetecilik platformu kurmuştuk. Parlamento Muhabirleri Derneği; bu platformun temel direklerinden biriydi, parlamento muhabirliği çok önemlidir, bugün doğru dürüst parlamento muhabirliği yapılamıyor, yasamanın gücü azaldıkça parlamento muhabirliğinin de gücü azalıyor. Dördüncü kuvvet de öldürülünce gazeteciliğin değeri, parlamento gazeteciliğinin de değeri azaldı. Haberler de, yorumlar da ciddiyetten uzak, çok sınırlı ölçüde kalıyor.

Böyle bir durumda iç tüzüğe bakan da olmuyor. Anayasa’nın hiçe sayıldığı bir ülkede, iç tüzüğe göre bir komisyon kurulup kurulmadığına bakılmaması normal sayılabilir, önemsenmeyebilir ancak kurulan komisyonun genel kurulda oylanarak kabul edilmesini, bu şekilde yola devam edilmesi gerektiğini belirtmekte fayda var.

Anlaşılan Türkiye, yaz aylarını komisyon çalışmaları ve tartışmaları ile geçirecek. Bahçeli’nin komisyonu destekleyecek adımlara ilişkin bazı önerileri oldu, büyük bir çoğunluğu kimsenin itiraz edemeyeceği hususlar çünkü demokratikleşmeye dönük adımları sıralamış, iktidar partisi dışında itiraz edebilecek çıkacağını sanmıyorum. Bahçeli’nin sıraladığı destek adımları gerçekleşse, bu adımlar atılsa komisyona bile gerek kalmadan sorunun çözülmesi mümkün olabilir.

Bu hafta çalışmaya başlayacak olan komisyonun nasıl bir patronajla da işleyeceği çok önemli. Komisyon sürece ilişkin ama ülkenin demokratikleşme gibi bir sorunu var. Süreç ve demokratikleşme ilişkisi bu masaya gelmek durumunda. İç içe geçmiş konular, demokratikleşme meselelerinin yansımaması mümkün değil. Ana muhalefet partisine yönelik aşırı baskılar, tutuklamalar, ‘atış serbest politikası’ devam ediyor, iktidarın motivasyonu bu şekildeyken bu durum komisyona yansıyacaktır.

Komisyondan neler çıkabilir? Sonbahara geldiğimizde gerçekten Kürt sorununun çözümüne ilişkin doğru bir yapılanma çıkabilir mi? Çözüm için gerekli kanunların hazırlıkları çıkabilir mi yoksa bu komisyondan iktidar partisinin amaçladığı Anayasa değişikliğine yönelik yeni bileşenler, yeni ortaklar çıkar mı?

Birebir benzetme olmasa da iç siyasete yönelik altılı masa gibi yeni bir masayla karşı karşıyayız. Bu komisyon, büyük bir olasılıkla iç siyasette yeni dönemde bazı pozisyonların değişebileceğini bize ima ediyor, şu anki gelişmeler bunu gösteriyor. İktidarın samimi olduğunu anlayabilmemiz için gerekli olan, DEM Parti’nin kazandığı belediyelerdeki kayyum atamalarına ilişkin bir tasarrufun olmadığını görüyoruz. Aynı zamanda silah bırakması sonrasındaki aşamalara da baktığımızda onda da henüz çok ciddi bir çalışmanın gerçekleşmediğini görüyoruz.

Ö.M.: Ben bir de şunu ilave edeyim izninizle; T24’te vardı ve başka yerlerde de yayınlandı. T24’te 2 Ağustos’ta yayınlanan bir haberde, 210 ayrı STK’dan ortak bir açıklama gelmiş, ‘Toplumsal uzlaşı için sivil toplum Meclis’teki çözüm komisyonuna katılmalı, sivil toplum katılmazsa olmaz” diyordu. 210 STK, 5 Ağustos’ta yani yarın yapılacak olan ‘çözüm süreci komisyonu’ denilen komisyona STK’larının da katılmasını vurguladıkları önemli bir açıklama yapmışlar. “Ülkemiz 40 yılı aşkındır devam eden çatışma ortamında büyük acılar yaşadı, büyük kayıplara uğradı ve şimdi Meclis çatısı altında kurulmakta olan komisyonla Kürt sorununun barışçıl çözümüyle birlikte demokratikleşme için atılacak adımların ve yasal düzenlemelerin konuşulması aşamasına gelindi. Bu denli hayati ve toplumsal uzlaşıya ihtiyaç duyulan bir konuda kararlar alacak olan komisyonun oluşum ve çalışma esasları açısından da toplumsal meşruiyeti sağlayacak katılımda olması ve çalışmalarını bu eksende yürütmesi gerekiyor. Dolayısıyla çeşitli toplumsal kesimleri temsil eden barış ve demokrasiden yana olan kurumlar, platformlar ve örgütler olarak mutlaka bu süreçte toplumun örgütlü kesimlerinin komisyona katılmasını sağlayacak mekanizmaların ivedilikle yaratılmasını talep ettiğimizi kamuoyuna duyuruyoruz,” demişlerdi. Çok sayıda, 200’ü aşkın sayıda kuruluş bildirmişti. Rıza Türmen de T24’te benzeri bir şey yazmış; “Meclis’te kurulan komisyonun bir siyasal çekişme forumu değil, soruna çözüm arayan bir demokrasi forumuna dönüşmesi için STK’ların komisyonda var olması gerekir. Kürt sorununun barışçı çözümü siyasal partilere bırakılmayacak kadar önemlidir.” Aynı şekilde Murat Sevinç’in de ‘Can Atalay komisyon üyesi olabilir mi?’ başlıklı ilginç yazı dizisinin ikincisinde de bunu belirtmiş; “Böyle bir sürecin başlamış olmasından bir yurttaş olarak mutluluk duyuyorum. Evet, sadece başlaması dahi eski durumun süre gitmesinden iyidir ama tabii devamının da sivil toplumun katılımıyla getirilmesi gerekir,”diyor o da.

A.B.: 2013’teki çözüm sürecinde bir yasa vardı,sivil toplum ve kanaat önderlerinin ciddi katılımı söz konusuydu ve ona rağmen Dolmabahçe mutabakatı yırtıldı. Yaşanan sürecin çok ciddi eksiklikleri bulunuyor, haftalardır da bunları dile getiriyoruz. Ayrıca komisyonun kuruluş biçimi de hukuken tartışmalı bir konu.

Diğer taraftan da komisyon ve süreçle ilgili olan Suriye ve SDG meselesi öne çıkıyor. Türkiye’ye atanan bir Amerikan büyükelçisi var ve kendisi aynı zamanda ABD Suriye özel temsilcisi . Bu kişi de Trump benzeri bir şahsiyet, gelgitlerle dolu.

Türkiye, kendi Kürtleriyle ve Öcalan’la anlaşıyor, İmralı sürecini başlatıyor, PKK’ya silah bıraktırılıyor, PKK ikna ediliyor. Suriye’nin atanmış yönetimiyle ‘ballı lokma tatlısı’ oluyor ama Suriye Kürtleriyle bir türlü netleşemiyor. Bir hafta öncesine kadar,” Mazlum Abdi’ye suikast yapıldı, Suriye’yi işgal edebilir, Suriye’ye saldırabilir” gibi şeyler, bunlar konuşuluyordu. Sürekli gelgitler yaşıyoruz, çok kaygan bir zemin olması nedeniyle hem Amerikan tarafı, hem Suriye içerisindeki güçler, hem de Türkiye bu konuda bir türlü netleşemiyor. Suriye Kürtleri hem Suriye’de yönetimin şekillenmesi, hem de Türkiye’deki Kürt çözüm süreci ile bağlantılı bir konu.

TBMM’de kurulan komisyonun ağırlıklı olarak iç siyasal gelişmeleri içerecek bir komisyon olacağını düşünüyorum. Burada yer almanın da, almamanın da bedelleri var. Komisyona katılan partiler için - DEM de dahil - iktidarın yanında, iktidarı destekler gözükmenin bedeli olabilir. Çözüm sürecine dahil oluyorsun ama kayyumlar değişmiyor, hapishanelerdeki insanlar dışarı çıkmıyor.

Komisyonda yer alan siyasi partiler çalışmalara devam ederken, siyasal duruşlarına ve gelişmelere göre ayarlamalar yapabileceklerdir - buna DEM de, MHP de dahil.

Milliyetçi partilerin önemli bir çoğunluğu katılmadı, dışarıda kaldı. Bu komisyon, Erdoğan’ın geleceğine ilişkin gelişmeleri de kapsayacaktır; arka planda, arka odada bu görüşmelerin süreceği, bu dengelerin de gözetileceği bir komisyon olacaktır. Siyasette düello yok, siyaset erketeye yatar, benzer durumlar yaşayacağımız ihtimal dahilindedir.

Erdoğan-Bahçeli dengesi aynı zamanda CHP’ye yapılan açık baskılar, komisyona katılım şartları, kimse koşulsuz devam etmek istemez, iktidarın belirlediği sınırlar içerisinde devam etmek tüm siyasi partileri - başta DEM olmak üzere - bölebilir, yıpratabilir, aşındırabilir. Bu komisyon sonbahara kadar Kürt sorununun çözümünde ne kadar mesafe alır bilemiyorum ama iç siyasete ilişkin yeni mozaiklerin oluşması söz konusu olabilir. Bu dengeleri içerecek bir komisyon olması muhtemel; sadece Kürt meselesinin çözümüne ilişkin değil, iç siyasetteki gelişmelere de ilişkin, özellikle de iktidarın, AKP’nin ve Erdoğan’ın geleceğine ilişkin bir komisyon olabileceğini hesaba katmak lazım. Komisyonun arka planında bu durumu da okumak gerekiyor. Kafanız aslanın ağzında duruyorken, ‘Gel barış yapalım’ deniyor, bu ne kadar mantıklı? Çünkü hala bazı adımların atılmadığını görüyorsunuz.

Ö.Ö.: Atılacak deniyor ama Ali Bey. Hatta en son Demirtaş’ın avukatı, ‘Eylül ayında muhtemelen tahliye edilmesi söz konusu’ diye bir açıklama yaptı ki Kürt hareketinin diğer temsilcileri de bunu söylüyor.

A.B.: Bunlar yetmez, Kürt varlığının tanınması hususunda Anayasa ve yasalarda değişiklikler yapıyor musunuz?

Ö.Ö.: Cengiz Çandar’ı dinlemişsinizdir bize katıldığında, o da özellikle üzerinde durdu. Bu süreç bir çözüm süreci değildir, bu bir barış süreci yani PKK silah bırakıyor, bunu yaparken de çeşitli uzlaşılara ulaşmaya çalışıyor. Esas dinamik olarak da Suriye’yi işaret etti ‘bölgesel bir savaşın sonuçları ağır olur’ diye. Zaten en son Öcalan da açıklama yapmış, “Çözümün %95’i yani bu silah bırakması tamam, ‘silahı bırakmayın’ diyen ülkeler var bize, bunu ilk kez bu süreçte söylemeye başladılar,” diyor ve bunu bir tehdit olarak algıladığını söylüyor. “Özellikle İsrail’in Suriye Kürtlerine müdahil olması bu Kürtleri de çok zor durumda bırakmış yani bir savaş çıkar ise başka devletlerin desteğine muhtaç konuma gelir. Bunun sonucunda da hiç kimseye iyi bir sonuç çıkmaz,” diye okuyor Öcalan. “Dolayısıyla biz bu işi demokratik siyaset çerçevesinde silahlı siyasetin yerine politik mücadelenin almasını sağlamalıyız. Biz de yeni bir politik mücadeleye gireceğiz,” diye de ekliyor. Hedef olarak da “Demokratik toplum,” diyor.

A.B.: Kaç yıldır izliyoruz; PKK hareketini, Öcalan’ı biliyoruz, legal Kürt siyasetini de yakından izleme fırsatımız oldu, açılım ve çözüm süreçlerini de yakından izledik, o yıllarda burada da yayın yaptık. Şimdi bu değerlendirmeleri yapan arkadaşların çok kez yanıldığına da tanık olduk. Zaten kamuoyu olarak da, meseleye kafa yoran insanlar olarak da ciddi ayrışmış durumdayız. Bir Ankara gazetecisi olarak meseleye nasıl giriyorum? İç tüzükten başladım. Tavsiye ederim sen de bir süre Ankara’da gazetecilik yap. Komisyonun kuruluşunun problemli olduğundan başlayarak geliyoruz meseleye, dolayısıyla bu meselede eksiklikleri ortaya koymak, barışı savunmak demektir zaten, eksiklikleri görmeden yürünmez.

Ö.Ö.: Pek öyle görünmüyor ama?

A.B.:Yanılgı şampiyonları üzerine konuşma yapmak istemiyorum, konuşmayı da bu polemikle sürdürmek de istemiyorum. 23 yıldır Ekonomi Politik programını yapıyorum, “Gel burada görüşlerini açıkla, yorum yap,” dedi Ömer Madra. Değerlendirmelerde ters de düşebiliriz, doğru da düşebiliriz ama tespit ettiklerimi söylüyorum ve bilhassa ağırlıklı olarak Ankara penceresinden söylüyorum. İçinde bulunduğumuz siyasal çerçeve ve konum üzerinden değerlendirme yapmak yerine, bir gazeteci olarak bakıp değerlendirme yapmakta fayda var.

Haftalardır üzerinde duramadığım tekstil sektöründeki kanayan yarayı açıklamaya fırsatım olmadı. Eminim önümüzdeki günlerde, haftalarda da bir boşluğumuz olur ya da bundan sonra yayın yapma fırsatımız olur ise bu konulara daha ayrıntılı değinebiliriz.

Hep bu metaforu kullanıyorum; Türkiye’nin otokratik rejimi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi lokomotifi, ülkenin vagonlarını taşıyamıyor, sektörler vagonlar her yere savruluyor, lokomotif sadece kendisine çalışıyor. Çok ciddi bir yaralanma var tekstil sektöründe. Süremiz azalıyor ama sadece iki rakam vereceğim: 2022’den bu yana 350 bine yakın insan tekstil sektöründen kopmuş, ekmek yiyemez olmuş. 4 ile çarpsan 1 milyon 250 bin kişi etkilenmiş demektir. Peki sektör nereye gidiyor? Mısır’a gidiyor, Mısır’a niye gidiyor? İsrail’e de gidiyorlar, İsrail’de de varlar da ağırlıklı Mısır’a niye gidiyor? Birincisi daha ucuz iş gücüne gidiyor çünkü emek yoğun bir sektör. Bir de kota yok, Amerikan kotası yok, dolayısıyla tekstil sektörü ağırlık olarak Mısır’a olmak üzere kayıyor.

Türkiye’den sermaye de kayıyor. Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırma haftalardır elimin altında ama değinemedim. O çalışmadan da bir rakam vermekle yetineyim; Türkiye’nin dışarıya giden sermayesi 62 milyar doları bulmuş. İnsanlar dışarıdan ev alıyorlar, fabrikalarını dışarıya taşıyorlar, dünyanın en pahalı evini de bir Türk satın almış 130 milyon dolara. Ülke içinde değil dışarıya yatırım yapıyorlar, Türkiye’den ciddi sermaye çıkışı oluyor ve tüm bunlar Türkiye’deki istihdamı düşürüyor. Tekstil sektöründeki gelişmeler çok kötü, gerçekten sektör kanayan, ağlayan bir durumda.

Amerikan kotası olmadığı için Türkiye’den firmalar İsrail’de de üretim yapıyordu, son dönemde Mısır’a gittiler, 200’e yakın firma Mısır’a gitmiş. Bursa tekstil üssüdür, büyüklerinin tamamı neredeyse yurt dışına kaymış vaziyette. Ayrıca iflaslar da had safhada. Tekstil sektörü, Türkiye bir pamuk üreticisi olduğu için çok önemliydi, 80’lerde çok öne çıkan bir sektördü, en önemli sektördü. Zaman içerisinde önemini korumasına karşın - çeşitli nedenleri var, onlara şu anda girme fırsatımız yok - azaldı. Tüm bunların temel nedeni istikrarsız bir ekonomiye sahip olmamızdır.

Türkiye’de ‘sanayisizleşme’ yaşanıyor çünkü uygulanan finansal politikalar reel sektörle mali sektör arasındaki olması gereken ilişkiyi koparıyor, sonucunda sanayi hem yüksek teknolojiyle kucaklaşamıyor, hem de imalat sanayinin GSYİH içindeki payı da yıldan yıla düşüyor.

Son olarak son bir rakamda servet dağılımına ilişkin vereyim, sonra da yayını kapatayım. BDDK mevduat dağılımını ortaya koyan rakamları açıkladı.

Ö.M.: BDDK nedir onu da açıklayalım mı lütfen?

A.B.: Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu. Eskiden Merkez Bankası bünyesindeydi bu görev ve yetki. 1994-2001 krizlerinden sonra sözde bağımsız idari otorite haline geldi. Bu nedenle veriler de bu kurum tarafından açıklanıyor, eskiden Bankalar Birliği de açıklardı. Türkiye’de 2.2 milyon kişi/hesap toplam mevduatın %80’ine sahip, kalan166 milyon kişi/hesapta ise bulunan ortalama mevduat 793 lira. Binde 1-2’lik kesim toplam mevduatın %80’ini (17,1 trilyon TL) elinde bulunduruyor. Bu tablo da Türkiye’de vagonların savrulmuş olduğunu, gelir dağılımının bir hiç olduğunu ortaya koyuyor. İsterseniz bu rakamla bitirelim.

Ö.M.: Evet, burada bitirelim, süreyi doldurmuş olduk. Bunu konuşmaya elbette devam edeceğiz, çok teşekkürler.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

Ö.M.: Görüşmek üzere.